YAŞAMIN İKİ YÖNÜ

         Bir tekneyle sahip olmakla gururlanan Ahmet kasabanın öğretmenini denizde geziye davet etmiş. Teknenin tentesi altında bir şey yapmadan oyalanan öğretmen Ahmet'e sormuş: "Hava bugün nasıl olacak?" Ahmet rüzgarın yönünü kontrol etmiş, güneşe bakmış ve yüzünü buruşturarak cevap vermiş: "Eğer bana soruyorsan, bugün olacak fırtınalı." Bu cevapla irkilen öğretmen yüzünü asmış ve eleştirir bir ifadeyle, "Ya Ahmet, sen hiç gramer bilmez misin? Bugün olacak fırtınalı, denmez. Bugün fırtınalı olacak, denir," demiş. Ahmet bu paylanmaya sadece omuz silkmiş ve "Neden gramer öğrenecekmişim?" diye cevap vermiş. Öğretmen bu cevap karşısında iyice şaşırmış ve şöyle söylemiş: "Gramer bilmiyorsun. Bu hayatının boşa geçtiğini gösterir." Bu konuşmalar olurken, tam Ahmet'in tahmin ettiği gibi gökyüzünde siyah bulutlar oluşmuş, kuvvetli rüzgar dalgaları kamçılamış ve tekne bir ceviz kabuğu gibi sallanmaya başlamış. Dev dalgalar tekneyi suyla doldurmuş. Ahmet öğretmene sormuş: "Yüzme biliyor musun?" öğretmen cevap vermiş: "Neden yüzme öğrenecekmişim?" bu cevap üzerine mutluluktan ağzı kulaklarına varan Ahmet cevap vermiş: "O halde şimdi tüm yaşamın boşa gitmiş durumda, çünkü tekne her an atabilir."

 

BİR DAMDA İKİ AYRI DÜNYA

         Bir yaz gecesi aile üyeleri evlerinin damında uyuyorlarmış. Anne, oğlu ile gelininin (zor katlandığı) birbirine sarılıp uyuduklarını görünce çok rahatsız olmuş. Bu duruma dayanamayarak onları uyandırmış ve bağırmış: "Bu sıcakta nasıl birbirinize sarılarak yatabiliyorsunuz? Bu sağlıksız ve tehlikeli." Damın bir köşesinde ise kızı ve hayranlık duyduğu damadı birbirinden en az yarım metre uzaklıkta uyuyormuş. Anne onları yavaşça uyandırarak, "Yavrularım, bu serin havada nasıl bu şekilde ayrı ayrı yatarsınız? Neden birbirinizi ısıtmıyorsunuz?" demiş. Bunu duyan gelin oturmuş ve yüksek bir sesle dua eder gibi şunları söylemiş: "Allah'ım, sen nelere kadirsin! Bir damda bu kadar değişken iklim." 

 

YUVA MI GÜVERCİN Mİ?

         Bir güvercin devamlı yuva değiştiriyormuş. Yuvada zamanla gelişen koku ona dayanılmaz geliyormuş. Akıllı, yaşlı ve deneyimli bir güvercinle konuşurken üzgün bir şekilde bundan şikayet etmiş. Şikayeti dinleyen güvercin başını birkaç defa sallamış ve şöyle demiş; "Her yuva değiştirişinde aslında hiçbir şey değiştirmiyorsun. Seni rahatsız eden koku yuvadan değil, senden geliyor."

 

 

ONA ELİNİ UZAT

         Kuzey İran'da adamın biri bataklığa düşmüş. Vücudunun bataklığa saplanmasına karşın başı henüz batmamış. Bütün gücüyle bağırarak yardım istiyormuş. Yalvarışlarını duyan biri zavallı adama yardım etmeye karar vermiş ve "Elini bana uzat, seni bataklıktan kurtaracağım," diye seslenmiş. Fakat çamura iyice saplanan adam yardım için yalvarmanın dışında kendine yardım edebilmesi için bir şey yapamıyormuş. Bu arada yardım edecek adam birkaç defa  daha, "elini bana uzat," diye seslenmiş. Tam bu sırada birisi ortaya çıkmış ve "Görmüyor musun? Sana elini asla uzatamayacak. Sen elini ona uzatmalısın. Ancak o zaman onu kurtarabilirsin," demiş.  

 

 

 

 

 

 

 

İSTERSEN DENE SONRA KARARINI VER

         Kral maiyetini önemli bir görev için sınamak istemiş. Bir çok güçlü ve akıllı adam etrafında toplanmış. Kral onları bugüne kadar görüp görecekleri en kocaman kapının önüne getirerek şöyle demiş; "Siz akıllı insanlar, benim bir sorunum var ve hanginizin bunu çözebileceğini görmek istiyorum. Burada krallığımdaki en büyük ve en ağır kapıyı görüyorsunuz. Hanginiz bunu açabilirsiniz?" saray mensuplarından bazıları açamayız der gibi başlarını sallamış. Diğerleri, çevresindekilere göre daha akıllı sayılanlar, kapıyı daha yakından incelemiş, fakat onlar da açamayacaklarını kabul etmişler. Bu akıllı insanlar böyle söyleyince saraylılar sorunun çözülemeyecek kadar zor olduğunda fikir birliğine varmışlar. Sadece bir vezir kapının yanına giderek onu şöyle bir gözden geçirmiş ve elleriyle yoklamış, açmak için çeşitli yolları denemiş, en sonunda kuvvetle yüklendiğinde ağır kapı açılmış. Meğer kapı zaten tam kapalı değilmiş ve açmak için deneme isteği ve yüreklilikle davranma cesaretinden başka bir şey gerekmiyormuş. Kral vezire şöyle demiş " sadece gördüğün ve işittiğine bağlı kalmadan, kendi gücünü devreye soktuğun ve denemeyi göze aldığın için saraydaki görevi sen alacaksın."

DOĞRU FİYAT

         Kral tebasıyla birlikte topraklarında dolaşırken, dağlarda, derme çatma küçük bir çoban kulübesinin bile bulunmadığı ıssız bir alana gelmiş. Kralın aşçısı feryat etmiş: "Soylu sultanım, ben damağınızı tatlandırmak için buradayım. Fakat erzak depomuzda bir tuz zerresi bile yok. Ve tuzsuz yemeğin tadı çok kötü olur. Sultanım ben ne yapacağım?" Kral cevap vermiş: "En yakın kasabaya dön. Orada tuz satan bir tüccar bulacaksın. Fakat doğru fiyatını ödemeye dikkat et ve normalinden bir kuruş bile fazla verme." Aşçı krala cevap vermiş: "Soylu sultanım, bu dünyadaki herkesten daha fazla paraya sahipsiniz. Tuza biraz fazla öderseniz ne olur? O biraz fazlalık sizin için nedir ki?" Kral bu sözler üzerine ciddi bir şekilde bakmış ve cevap vermiş: "Dünyadaki haksızlığa asıl yol açan bu küçük şeylerdir. Küçük şeyler sonuçta bir gölü dolduran su damlaları gibidir. Dünyada büyük haksızlıklar bu küçük şeyler gibi başlar. Bu nedenle git ve tuzu normal fiyatından al."   

SİHİRBAZLIK VEYA KALİTELİ BİLGİ

         Hoca bir gün karısına fındık almak istemiş, çünkü karısı ona fındıkla fesenjan yemeğini yapmaya söz vermiş. Hoca en sevdiği yemeği beklemenin verdiği mutlulukla elini kavanozun içine daldırmış ve bir elle alabileceği en fazla fındığı avuçlamış. Fakat elini kavanozdan çıkarmak istediğinde, elinin sıkıştığını görmüş. Ne kadar zorladı ve çevirdiyse de elini kavanozdan kurtaramamış. Normalde yapmayacağı şeyleri yapmış, ağlamış, inlemiş, söylenmiş. Fakat hiçbir şeyin faydası olmamış. Hatta karısının kavanozu alıp bütün gücüyle çekmesi de fayda vermemiş. Hocanın eli kavanozun ağzında sıkışıp kalmış. Yeni birkaç girişimden sonra komşuları yardıma çağırmışlar. Herkes önlerinde oynanan bu oyunu büyük bir dikkatle izlemiş. Komşulardan birisi soruna şöyle bir göz atmış ve hocaya bu olayın nasıl olduğunu sormuş. Acıklı bir ses ve çaresizlik inlemeleriyle hoca olayı anlatmış. Komşusu, "Söylediklerimi aynen yaparsan, sana yardım ederim," demiş.

Hoca cevap vermiş: "Beni bu berbat kavanozdan kurtarabilirsen, söz veriyorum, söylediğin her şeyi yapacağım." Bunun üzerine adam, "O zaman kolunu kavanozun içine iyice sok," demiş. Elini kurtarmak isterken iyice içine sokması isteği hocaya biraz garip gelmiş, fakat söyleneni yapmış. Komşu devam etmiş: "Şimdi elini aç ve tuttuğun fındıkları bırak." Bu istek hocayı çok üzmüş. Bu fındıkları en sevdiği yemek için istediği halde bırakmak zorundaymış. İsteksizce kendine yardım eden komşusunun söylediğini yapmış. Adam daha sonrada, " Elini kapa ve yavaşça kavanozdan çıkar," demiş. Hoca söyleneni yapmış, elini kapamış ve kolayca elini kavanozdan çıkartmış. Fakat  o kadar mutlu olmamış. "Elim şimdi serbest, ama fındıklar nerede?" diye söylenmiş. Tam bu sırada komşusu kavanozu almış, yan yatırmış ve hocanın istediği kadar fındığı çıkarmış. Hoca gözleri faltaşı gibi açık, ağzı da hayretle açılmış bir şekilde seyretmiş ve "Sen bir sihirbazsın," demiş.

DOĞRU YERDE , DOĞRU ZAMANDA , DOĞRU HAREKET

TECRÜBE PAHALIDIR

 

         Çiftçinin traktörü bozulmuş. Diğer çiftçilerin ve arkadaşlarının tamir çabaları sonuç vermemiş. Sonunda tamir için bir usta çağırmaya karar vermiş. Usta gelmiş ve traktörün motorunu kontrol etmiş, kontağı açmış, motor kapağını kaldırmış ve her şeyi dikkatlice kontrol etmiş. Kontrolünün sonunda eline bir çekiç almış ve motorun bir yerine vurmuş. Vurmasıyla birlikte motor sanki bozulmamış gibi yeniden çalışmaya başlamış. Fakat çiftçi, ustanın istediği parayı öğrenince çok öfkelenmiş ve "Ne, tüm yaptığın çekiçle bir defa vurmak. Bunun için mi elli milyon istiyorsun?" demiş. Usta cevap vermiş, " Canim arkadaşım, bir milyonu sadece çekiçle vuruşa istedim, nereye vurmam gerektiğini bilmem ise sana kırk dokuz milyona  patlıyor."     

 

İKİ ARKADAŞ VE DÖRT KADIN

         "İki eşe sahip olmak ne güzel," diye haykırmış kahvede iki arkadaştan birisi. En süslü sözlerle iki çiçeğin çok farklı kokabileceğini anlatmış ve bunu yaşamanın güzelliğini övmüş. Bu sözleri duyan arkadaşının gözleri büyümüş, "Arkadaşım herhalde cennette. Niye bende onun gibi iki kadının balında tatmayayım?" diye düşünmüş. Bir süre sonra ikinci bir kadınla evlenmiş. Düğün gecesinde onunla yatağı paylaşmak istediğinde kadın onu reddetmiş. "Uyumama izin ver. İlk karının yanına git. Yedek teker olmak istemiyorum. Ya ben, ya da o," demiş. Bunun üzerine adam teselli bulmak için diğer karısına gitmiş. Fakat yanına yatmak istediğinde kadın söylenmiş: "Hayır, benimle olamazsın. İkinci birisiyle evlendiysen ve ben sana yetmiyorsam, derhal ona geri git." Adama evini terk etmek ve uyuyacak yer bulmak için yakındaki bir camiye gitmekten başka yapacak şey kalmamış. Camide dua ediyor pozisyonunda uyumaya çalışırken arkasında birisinin boğazını temizlediğini duymuş. Şaşırarak arkasına dönmüş. Yeni gelen kişi iki eşli olmanın ne kadar güzel olduğunu haykıran arkadaşından başkası değilmiş. Hayret içinde, "Niye buraya geldin?" diye sormuş. Adam, "Karılarım yanlarına yaklaşmama izin vermiyorlar. Bu durum haftalardır devam ediyor," diye cevap vermiş. Bu cevap üzerine yeni evlenen adam, "O halde neden bana iki kadınla yaşamanın çok harika olduğunu söyledin?" demiş. Diğeri utanarak cevap vermiş: "Bu camide kendimi çok yalnız hissediyordum ve bir arkadaşım olsun istedim."     

 

BİRİ SENİ ÜZERSE, ÜZÜNTÜYE DAYANMASINI ÖĞREN

         Adamın birisi arkadaşına sormuş: "Paraya ihtiyacım var. Bana yüz milyon borç verir misin?" arkadaşı, "Param var, ama sana vermeyeceğim. Bunun içinde bana teşekkür et," diye cevap vermiş. Bu cevap üzerine diğer adam kızgın bir şekilde söylenmiş:"Paranın olmasını ve bana vermek istememeni anlayabilirim. Fakat bunun için minnettar olmam sadece anlaşılmaz değil, aynı zamanda tam bir aşağılama. Diğeri cevap vermiş:"Canım arkadaşım, benden para istedin. Şöyle diyebilirdim, "yarın gel," ertesi gün geldiğinde yarın değil, öbür gün gel." Ve o gün bana gelseydin, o zaman doluncaya kadar veya en azından başka birisi sana para verinceye kadar seni oyalayabilirdim. Fakat bu arada başkasını bulamayabilirdin, çünkü bana gelmekle o kadar meşgul olacaktın ve benden parayı alacağına o kadar güvenecektin ki başkasını aramayacaktın. Halbuki ben dürüstçe sana para veremeyeceğimi söylüyorum. Böylece başka bir yere bakabilir ve şansını orada deneyebilirsin. Bana teşekkür et."   

 

 

 

 

 

PATLICANIN HİZMETÇİSİ

         Eski Doğunun güçlü bir hükümdarı patlıcan yemeyi çok severmiş. Hatta tek işi, olabildiğince güzel patlıcan yemekleri pişirmek olan bir hizmetçisi varmış. Hükümdar patlıcanı öve öve bitiremezmiş. "Ne kadar şahane bir sebze bu. Ne kadar mükemmel bir tadı var. Ne kadar güzel gözüküyor. Patlıcan dünyadaki en iyi şey."

Bu sözlere hizmetçi "Tamamen haklısınız," diye cevap verirmiş.

Aynı gün, hükümdar aç gözlülükle o kadar çok patlıcan yemiş ki, sonunda hastalanmış. Midesi alt üst olacak gibi hissediyormuş. Yediği bütün patlıcanlar tekrar gün yüzüne çıkmak istiyormuş. İnleyeme başlamış: "Artık patlıcan yok. Bu cehennem yemeğini artık görmek istemiyorum. Düşüncesi bile beni hasta ediyor. Patlıcan bildiğim en kötü sebze."

Bu sözlere de hizmetçi "Tamamen haklısınız," diye cevap vermiş.

Hükümdar bunu duyunca şaşırmış. "Bugün patlıcanın ne kadar güzel olduğunu söylerken, bana hak vermiştin. Şimdi ne kadar kötü olduğunu söylüyorum, yine bana katılıyorsun. Bu da ne demek oluyor, böyle?" uşak cevap vermiş.

"Hünkarım, ben patlıcanın değil, sizin hizmetkarınızım."

 

NEYİ KORUYACAĞINI BİL VE ONU TEKRAR TECRÜBE ETME

         Adam rüşvet suçundan hakimin önüne gelmiş. Her şey adamın suçluluğunu gösterdiği için hakime kararını açıklamaktan başka bir şey kalmamış. Adama ceza olarak, bir tanesini seçebileceği üç seçenek sunmuş. Suçlu ya yüz milyon ödemek, ya elli kere kırbaçlanmak yada beş kilo soğan yemek durumundaymış. Adam "Bu kesinlikle çok zor olmayacak"  diye düşünmüş ilk soğana sarıldığında. Fakat yarım kiloya yakın çiğ soğanı yedikten sonda kalan soğanlara baktığında tiksinmiş, gözleri sulanmış ve yanaklarından yaşlar akmaya başlamış. "Yüce mahkeme, beni soğanlardan kurtar. Elli kamçıyı tercih ederim," diye yalvarmış. Aklınca kurnazlıkla parasını kurtarabileceğine inanıyormuş. Zaten aç gözlülüğüyle ünlüymüş. Mübaşir hırsızın üstünü soymuş ve sıraya yerleştirmiş. Fakat mübaşirin güçlü görüntüsü ve kırbaç onu titretmiş. Sırtına inen her kırbaçta daha fazla bağırmış ve onuncu vuruştan sonra feryat figan etmiş. "Bana acıyın. Beni bu kırbaçlardan kurtarın," demiş. Hakim başını sallamış. Bu şekilde parasını korumak için kırbacı tercih eden ve sonunda üç cezayı da tadan adam yalvarmış: "Ne olur yüz milyonu ödememe izin verin." 

 

 

GÜL YAPRAĞI

Uzakdoğu'da bir budist tapınağı bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı. İçerideki budist rahip kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu. Budist bir süre kayboldu. Sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı
yabancıya uzattı. Bu, yeni bir aracıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.
Yabancı tapınağın bahçesine döndü. Aldığı bir gül yaprağını kabin içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı İçerideki budist rahip saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.